Kaçış

Kaçış

O kadar yalnızken bu kadar kalabalık olmayı nasıl başarıyoruz?

Yerde duran bir taşı yerinden çıkartıp aldığınızda, toprakta, taşın şeklini almış boşluk kalır. Yeryüzündeki sayısız taşları tek tek deneseniz de, boşluğu dolduramazsınız asla. O boşluk, sahibine aittir. İnsanlar da, ne kadar çok olsalar da o kadar yalnızlardır aslında. Pek çok özellikleri nedeniyle ayrılırlar birbirlerinden. Kendinizi anlatmak ve kendiniz dışındakileri anlamak, ne kadar çabalasanız da pek mümkün değildir; çünkü size en yakın yine sizsinizdir – kendinizi anlamaya yetmese de yakın... Bu uçsuz bucaksız evrende, yalnızlığın farkındalığı, insanın başetmesi gereken ağır bir yük. Sürekli bu hisle yaşamını devam ettiremez, içinde varolan bu bilgiyi bastırmak zorundadır. Belki bu nedenle kaçar hep kendinden, tek olmaktan, özgürlükten. Her zaman birileri vardır yanında. Paylaşmaya, bağlanmaya ihtiyacı vardır. Bir olduğunu, tek olduğunu bilse de, kalabalık olmaktır arzuladığı.

Öte yandan, söz konusu yalnızlık hissi, beraberinde getirdiği eşsizlik duygusuyla bambaşka anlamlara dönüşür. Eşsiz olmaktan da memnundur aslında. Başkalarına ihtiyacı olduğunu da kabullenemez. Güç ister, yönetmek ister. Bilmediğine karşı tehlikede hisseder kendini ve anlam vermek zorundadır. Bu nedenle de tanımak, bilmek ister; çünkü kontrol etmek amacındadır. Dolayısıyla insan, hem ‘tek’ olmak ister hem de ‘çok’. İşte bu nedenle çelişki içindedir hep. Kendisiyle savaşı hiç bitmez insanın.

Temelde insanın kendisinde başlayan bu savaş büyür büyür ve binleri, on binleri, milyonları sarar. İnsanın içinde yatan bu yalnızlık ve belki de ölüm korkusu, her şeyi yaptırtır ona. Uzaya da çıkar, sanat da yapar, çocuk dünyaya getirir..., ve can da alır.

Evet, can da alır. Bireysel saldırganlık ile bunun kitlesel hale geldiği savaş olgusu tarih boyunca sürekli tekrarlanmakla kalmamış, aynı zamanda gitgide gelişen teknoloji sayesinde kitlesel yokoluş sürecini hızlandıran bir hal de almıştır. Savaşın, insanlık tarihindeki acı yüzü düşünüldüğünde, neden barış üzerine değil de savaş üzerine bir özel sayı yapıldığı düşünülebilir.

Evet, savaş kötüdür ve barış bütün zorluklarına karşın ideal bir hedeftir, ancak kaçınılmaz olan savaşın ta kendisidir. Arkadaşlarıyla kavga eden çocuklar, elinde çiçek yerine silah tutan yetişkinler her zaman daha dikkat çekici değil midir? Kahramanlık hikayeleri savaşanlar üzerine yazılmaz mı? Bütün güzelliğine rağmen barış pasif bir süreç değil midir? Sadece barışın çekiciliğine bakarak, “biz barış istiyoruz” diye bağırmanın çok anlamı var mı? Barış çağrısını bile savaşarak yapan insanların, barışı gerçekten bulabileceği söylenebilir mi?

Bizde bizden kaç tane var? Çelişiyorlar, çatışıyorlar, savaşıyorlar. Tüm bunlar olurken de yakıp yıkıyorlar. Sonunda savaşlar hep kaybediyor. Aynı soru tekrar akla geliyor: O kadar yalnızken bu kadar kalabalık olmayı nasıl başarıyoruz?

Çok basit: BAŞARAMIYORUZ!

Aşk... Her yerde...