Aileme Bilim İnsanı Olduğumu Söylemeyin
Türkiye’de bilimle uğraşmak, bilim insanı olmak pek de kayda
değer bir şey değildir aslında. İsminin önünde “doktor” ya da
“profesör” yazanlara saygı duyulur, ama kimse merak edip de düşünmez
duyduğu bu saygının nereden geldiğini. Onlar sadece senelerce okul
sıralarında eğitim görmüş ve bundan vazgeçmeyerek hayatının geri
kalanını bu sefer de kürsü önünde geçirmeye karar vermiş
insanlardır. Derse girerler, araştırmalar yaparlar, bazen kitap
yazarlar ve ender de olsa birilerinin -çoğunlukla tesadüf eseri ya
da daha ikna edici olsun diye- aklına geldiklerinde alanlarıyla
ilgili bir konuda bilgi vermek için her an hazır bulunurlar. Hepsi
birer kitap kurdudur ve bazı insanlara göre de gerçek hayatta hiçbir
hükmü olmayan gereksiz pek çok bilgiye sahip olmaktan başka bir
işlevleri de yoktur bu ülkede. Peki bunca farklı algılamalara karşı
yine de bilimi bir iş değil de bir yaşam tarzı olarak benimsemiş
insanlar, aslında nasıl bir süreçten geçmişlerdir ve ne yaparlar?
Gelişmelerinde onları diğerlerinden ayıran ne gibi farklılıklar
vardır ki bu “bireyler”e bilim insanı diyoruz?
Ülkemizde her yıl yaklaşık 1.5 milyon kişi üniversite sınavına
giriyor ve türlü eksiklikler ve yetersizlikler nedeniyle bu sayının
çok azı öğrenci seçme sınavında görece bir başarı sağlayarak,
sayıları gittikçe artsa da imkan ve kapasite bakımından
birbirlerinden oldukça farklı olan üniversitelerimizdeki bölümlere
yerleşiyor. Söz konusu gençlerden bir kısmı üniversite eğitimi
sürecinin içinde eriyip giderken, mezun olanların ciddi bir bölümü
aldıkları eğitim alanıyla pek de alakalı olmayan mesleklere
atılıyorlar. Bunca “kayıp” genç arasından elene elene kalan ve büyük
bir olasılıkla bilimle ilk defa üniversite çatısı altında tanışan
çok az sayıda insan da, ya arzuladıkları bir mesleğe adım atıyor ya
da aslında belki de pek çok şeyden vazgeçerek bilime gönül veriyor.
Aslında çok daha önce hayatımıza girmesi gereken bilimle olan bu geç
tanışıklık, kişinin hayatını baştan aşağı değiştirir. Araştırmak,
incelemek, düşünmek, eleştirmek, farklı gözlerle “görmeyi”
keşfetmek, kişinin kendini farketmesi ve bunların beraberinde
yaşanan pek çok farkındalık, bireyin doğumundan bugününe kadar
ailesinden, çevresinden ve yaşantılarından öğrendiği pek çok bilgiyi
ve edindiği yargıları yerle bir eder ve irili ufaklı birçok taşı
yerinden oynatır. Seneler boyunca öğrenilmiş davranışlara, değerlere
ve yargılara, özellikle ortaklaşa paylaşımcı (kollektif) bir
toplumda kişinin birey olarak “eleştirel düşünme” gözlüklerini takma
cesaretini göstererek bakması ve başta kendisi olmak üzere her şeyi
sorgulaması oldukça sancılı ama bir o kadar da haz alınan bir
süreçtir. Söz konusu bu süreçten alınan entelektüel keyif, yüksek
olan bilme ihtiyacının karşılanması, çoğu zaman en kalın zırhlar
giyilerek oluşturulan savunma mekanizmalarına rağmen yaşanan
“farkındalıklar” ve tüm bunların beraberinde gelen “farklılık”
hissi, bilimsel yaşamın en büyük ve en kıymetli kazançları ve bu
yaşam tarzının alternatifinin olmadığının da bir kanıtıdır.
Ailelere gelince; yerinden oynayan taşlardan bir tanesi de onlardır
belki de. “Büyümek” aileler için başlıbaşına tehlikeli bir süreçtir.
Doğumundan ilk adımlarına, ilkokul sıralarından mezuniyetlere kadar
bir çocuğun tüm yaşantıları, anne babasının gündeminde ilk
sıradadır. Kendi eseri olan çocuğunu yetiştirir, büyütür ve
sıkıntılarıyla, sevinçleriyle yaşamın içine salar. Ancak kişi, artık
kendi ayakları üzerinde durma çabasına girişip de bir de bunu
yapabileceğini vurgulayarak birey olmaya başlayınca, bu başlangıç
aynı zamanda, anne babalar için en acımasız tehlike çanlarının
çalması anlamına gelmektedir. Yaşanan güçlü kayıp duygusunun
beraberinde getirdiği birtakım sıkıntılar, her iki taraf için de
başedilmesi zor deneyimlerdir. Özellikle konu “bilim insanı” olma
yolunda ilerlemekse, yazının ilk başında da belirtilen benzer pek
çok algı nedeniyle, bu bireyselleşme çabası “sonu kötü bitecek bir
serüven” ya da “düşülmemesi gereken hata” olarak görülebilir.
Türkiye şartlarında bir üniversiteden mezun olmayı başarmış bir
genç, ailesi için gurur ve sevinç kaynağıdır; ancak onca sene okulu
bitirmek için yaşanan gelgitler, şimdi de farklı bir konuda
girmektedir kişilerin hayatına. Elbette ki anne babaların, meyve
vermeye başlayacak ve hayata atılacak olan diploma sahibi gençten
türlü beklentileri vardır. Onlar için bu sıçramanın ve maddi, manevi
zorluklardan çocuklarını korumanın en sağlam yolu, kendilerinin
yanıdır. Uzun ve birçok sapağı olan inişli çıkışlı yolun başındaki
gencin, yönünü belirleyip sıçradıktan sonra ayaklarını yere sağlam
basabilmesi ve de sırtını doğrultabilmesi için, anne ve babasının
“dizlerinin dibinde oturması” en güvenli seçenektir. Ancak bu
noktada, söz konusu beklentilerin ve kaygıların, kimin geleceği için
olduğunun ayrımını dikkatli yapmak gerekir. Verimliliğinin
zirvesinde olan kişi, ailesinin kaçırdığı fırsatları yakalayacak,
onların çeşitli nedenlerle yapamadıklarına ulaşacak ve de onların
olamadıkları kişi olacaktır. Peki sonuç olarak bu birey, kimin
hayatını yaşayacaktır ya da kimin geçmişini yakalayacaktır?
Bilimle uğraşmayı seçmek ise tümden bir hata olarak görülebilir
aileler tarafından. Alternatif olarak tercih edilebilecek ve maddi
açıdan da çok daha fazla kazanç sağlanabilecek birçok iş alanı
varken, kişinin bilim insanı olmayı “istemesi”, alınacak manevi
hazzın dışında aslında hiçbir getirisi olmayan gelip geçici bir
hevestir ve öyle kalması gerekmektedir. Ancak, “büyüyen” ve
kendisiyle hesaplaşma sürecine giren genç, karşısındaki yol
ayrımlarında söz sahibi kişinin, bir “birey” olarak kendisinin
olması konusunda kararlı davrandığında ise ailelerin yaşadığı
mutluluk değil, hayal kırıklıklarıdır. Bu denli “yanlış” bir seçimin
yapılmasının nedeni de kendi evlatlarının özgür iradesi değil,
mutlaka ki başka birilerinin sosyal etkisidir. Doğal olarak “kayıp”
duygusu yaşayan anne baba, “çocuğumun aklını kim çeldi?” sorusuyla
meşgul olurken, diğer taraftan da belki de birçok güzel yaşantı,
parmakların ucundan kaçıp gitmektedir.
Aileme bilim insanı olduğumu söylemeyin, onlar benim zengin
olacağımı sanıyorlar.