Sayıların Dili, OYUN, Ekim 2007

 

Tutuklu Yazı Tahtaları[1]

 

Timur Karaçay

Başkent Üniversitesi-Ankara

tkaracay@baskent.edu.tr

 

Bir masal dinledim. Yazı tahtalarının gözaltına alınışlarını anlatıyordu. Masalı dinledikten sonra, yazı tahtalarının ne denli zararlı nesneler olduklarını araştırmaya karar verdim. Aslında tehlikeli olanın tahta değil, üstüne yazılan yazı olduğu kuşkusunu da duydum. Ama, ben yazı tahtalarını araştırmaya karar vermiş bulundum. Ansiklopedilerde işe yarar bilgiler bulamadım. Öyle olunca, her matematikçinin yapacağı işi yapmaya, yani düşünmeye başladım. Bir duvara bir tahta asıp üstüne görenlerin aklını çelecek şeyler yazmayı, ilk önce kim akıl etti?  

Böyle durumlarda, asla yadsınamayacak yerden başlamak işin püf noktasıdır. “Yazı tahtasının atası, insanoğlunun yarattığı ilk iletişim aracıdır” diye büyük bir söz söylesem, kim aksini iddia edebilir ki?  Hattâ daha da gerilere gidebilirim. İnsanoğlunun henüz bir dil icat etmediği zamanlarda çıkardığı sesler,  yaptığı el-kol işaretleri bile, iletişimin; dolayısıyla yazı tahtasının ilk öncüleridir.

Gerçek şu ki, insanoğlu iletişim araçlarını yaratmak için, varoluşundan beri amansız bir uğraş verdi, hâlâ vermeye devam ediyor. Çivi yazısının atalarından başlayıp, mektup, telgraf, telefon derken uydu iletişim ağına giden “uzun ince” bir yoldayız. İnsanoğlu, iletişim için onbinlerce yıl uğraşıp “konuşma dilleri” ni yarattı. Bütün insanlar aynı yerde yaşıyor olsaydılar, belki bir tek “dil” olacaktı. Birbirleriyle temas etmeyen farklı topluluklar kendi iletişim araçlarını, yani kendi dillerini yarattılar. Zamanla daha güçlü topluluklar ortaya çıktı; güçlü topluluklar zayıf komşuları üzerinde egemenlik kurdular, onların dillerinini (kültürlerini) yokedip kendi dillerini (kültürlerini) hakim kıldılar. Giderek kavimler, ırklar, milletler oluştu; kültürler doğdu, kırallıklar kuruldu, yıkıldı; uygarlıklar kuruldu yıkıldı. İyi ki böyle oldu, değilse dünyada milyonlarca dil olacaktı ve anlaşmamız, birlikte yaşamamız  şimdikine göre çok daha zorlaşacaktı.

“Konuşma dili” insanoğlunun yarattığı en harika icattır. Bedavadır, herkes öğrenir, herkes kullanır. Duygumuzu, düşüncemizi, isteğimizi, sevgimizi, öfkemizi, ..., onunla ortaya koyarız. Dil, yalnızca bir iletişim aracı değildir. Dil ile düşünürüz, dil ile duygulanırız, dil ile öfkeleniriz. Dil olmazsa, insani niteliklerimizden yoksun kalırız. Konuşma, herhalde yalnızca insanlara özgü bir nitelik de değildir. Kuşların, köpeklerin, aslanların, fillerin, ..., bütün canlıların kendi hemcinsleriyle konuştularını seyrettiğimiz belgesellerden sezinlemiyor muyuz?  

“Konuşma dili” harikadır, ama önemli bir kusuru vardır. Önünde sonunda , konuşma dediğin “sözdür, yel alır gider”.  Tarihe bakın, ne şaşaalı hatipler gelmiş geçmiştir. Onların en ünlüsü  Sokrates mi, Çiçero mu? Yoksa bizim seçim meydanlarındaki siyaset adamları mı? Bilmiyoruz. Söylediklerini yel alıp gitti, bir daha duyamayız, kim iyi, kim doğru söyledi diye karşılaştıramayız.  

İnsanoğlu, iyi bir şey söylüyorsa, o sözü yel alıp gitsin istemez, onun “kalıcı” olmasını ister. Sözün kalıcı olması için maddi işaretlere dönüşmesi gerekir. Bu dönüşüm süreci, “yazı” nın iyi bilinen tarihidir. Tahtaya, taşa, pişmiş kil tabletlerine, papirüse, kağıda, kitaba yazılarak süren yazının uzun tarihi, bu günlerde elektronik ortamlara ulaştı. Sözlerinizi bilgisayar belleğine yazabilir, istediğinizde ekranda görebilirsiniz. O yetmezse, ses ve görüntüyü aynı anda videoya kaydedip, çoğaltır ve dünyaya dağıtırsınız. Her isteyen her istediğinde sizi dinleyebilir. Gerçek şu ki, yeni gelen teknoloji eski teknolojiyi kovuyor. Papirüs kil tabletlerini yoketti, kâğıt papirüsü yoketti. Elektronik board’lar kitabı yoketmek üzere.  e_mail,  mektubun papucunu çoktan dama attı.

Biz gene yazı tahtasına dönelim. Çok değil, 200 yıldan önceki zamanlarda şimdiki gibi örgün eğitim yoktu. 1800 lü yıllardan sonra okullar yaygınlık kazanmaya başladı. O dönemlerde, kâğıdın ve kalemin çok kıt ve pahalı olduğunu tahmin etmek zor değildir. Üstelik, kâğıda yazılan şeyleri uzaktan görmek olanaksızdır. Bazı haberlerin uzaktan görünmesi istenmiştir. Örneğin, yönetsel ya da ticari amaçla yapılacak duyuruların yazıldığı ortamları (media), ortaya çıkan ilk yazı tahtaları olarak düşünebiliriz. Bu gün adına yaz-boz tahtası dediğimiz ortamın öncüleri onlardır.

Sınıfta ilk yazı tahtasını  kullanan kişinin Edinburg (İskoçya) da bir okul başöğretmeni olan James Pillans olduğu söylenir. Amerikada yazı tahtasının ilk kullanıldığı yerin West Point Askeri Akademisi olduğu biliniyor.  1801 yılında George Baron akademideki matematik derslerini yazı tahtası üzerinde vermiştir. O günden sonra, yazı tahtaları, kuşkusuz, en çok matematik öğretmenleri tarafından kullanılmıştır.  Bu arada, islam aleminde ve bizim medreselerimizde yazı tahtası kullanıldığına dair bir bilgiye raslamadığımızı belirtmeliyiz.

Yazı tahtalarının fiziksel yapıları çok farklılıklar gösterir. Yazı tahtasının zemini tahta, kayak taşı, mermer, çelik levha, alüminyum levha, plastik levha gibi maddeler olabilir. Örnek olması için, 1953 yılında okuduğum köy okulunda yazı tahtasını nasıl yaptığımızı anlatayım. Düzgün kesilmiş tahta levhalar bir çerçeveye raptedilerek yeterince büyük düzgün bir tahta yüzey oluşturulur. Öte yandan, öğrencilerin evlerinden getirdikleri yumurtalar kırılıp, yumurta akları bir kaba boşaltılır. Sonra, bacalardan sıyrılıp toplanan siyah kurum ile karıştırılarak, oldukça dayanıklı siyah bir boya elde edilir. Bu boya hazırlanan tahtanın yüzeyine sürülür ve bir gün kurumaya bırakılır. Beş yıl okuduğum köy okulunda yazı tahtalarını her yıl bu yöntemle yaptık. Yazı tahtalarına o günlerde kara tahta denirdi. Doğrusu bu ünvanı hakederek kazanmıştır. Kara tahtalar, zamanla topluluklara verilecek mesajlar için önemli araçlar oldu. Okullarda olduğu kadar iş yerlerinde de kullanılır oldu.  İşyerleri kara tahtadan mantar levhaya, oradan da elektronik boardlara terfi etti.

                         

Kara tahta üzerine tebeşirle yazılan yazılar, keçe gibi şeylerle silinirdi. Bu silme işi önemli ölçüde toz yaratır. Bunun önüne geçmek için yazı tahtası ve tebeşir sürekli evrimler geçirdi. Zemin, daha az toz yaratan maddelerle kaplandı, tahta yerine çelik veya alüminyum levhalar kullanılır oldu. Tebeşir teknolojisi ve ticareti çok gelişti; kara zeminler önce yeşile sonra beyaza döndü. Giderek, tebeşir yerine, toz yapmayan ispirtolu kalemler kullanılır oldu. Bu günlerde, elektronik boardlarla yazı tahtaları kapışıyorlar. Tarihin akışına bakılırsa, yazı tahtaları savaşı kaybedecektir. Belki, aşağıda anlatacağım masaldaki kişiler, bu gerçeği herkesten önce görüp, yazı tahtalarını ortadan kaldırmak istemişlerdir.  

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pire berber, deve tellal iken bir masal ülkesinin şirin mi şirin bir köyünde bir adam çıkmış Matematik Okulu açmış. Okulda, bilimin temeli olan matematiği öğrenmek isteyen gençler ve onlara matematik öğretmek isteyen gönüllü öğretmenler varmış. Kimse bu iş için para almıyormuş, ünvan beklemiyormuş. Tıpkı, o şirin köyün bulunduğu bölgede 2500 yıl önce yaşayan insanlar gibi, insanlık erdemini yaratan düşüncelere dalmışlar,  kurdukları barakalara koydukları tahtalarda üstün düşüncelerin ürünü olan simgeleri, yani matematik formüllerini yazmaya başlamışlar.

Bir gün orada yetkili birileri kuşkulanmışlar. Kimbilir, o barakalarda insanlar düşünmeye başlamış olabilirlermiş!.. O tahtalara tehlikeli fikirler yazılıyor olabilirmiş!... Düşünce her zaman egemenlerin zararına olmuşmuş. En iyisi o tahtaları zindana atmakmış. Öyle yapmışlar. O yazı tahtaları günün birinde derdest edilip gözaltına alınmış. Bazıları bilmeden “Tahtalar niye tutuklandı?” diye soracak olmuşlar. Yanıt vermişler: “Bu masal ülkesinde bir işi yapmak için de yapmamak için de yeterinden çok yasa maddelerimiz vardır. Öyle olmasaydı bu masal ülkesi yönetilemezdi!” diye. Sonra, herkes yazı tahtalarının tutuklanışına makul bahaneler aramaya başlamış. Binlerce bahane bulunmuş.

Derler ki, o günden sonra insanlar isyanı, öfkeyi, sevgiyi, düşünmeyi, yazmayı, okumayı, yaratmayı; yani onları insan yapan asıl niteliklerini yitirmişler, boyun eğmişler, tatlı bir yaşama dalmışlar.  

Acaba böyle bir masal ülkesi hiç varoldu mu? İnsanoğlunun yarattığı büyük düşünce tarihine bakalım. O masal ülkesinde o tahtaların derdest edildiği yer,  M.Ö 700-500 yıllarından başlayarak, çeşitli uygarlıklara beşiklik etmiş, önemli bilim ve sanat merkezi olmuş, insanlığa eşsiz yapıtlar bırakmış toprakların içinde olabilir mi? Olamaz! Çünkü, dünyanın başka bir bölgesi insan düşüncesinin ve insanlık erdeminin gelişiminde bu kadar rol oynamamıştır. O nedenle, o topraklar bilimin ve sanatın ekilip büyütüldüğü nadide topraklardır. İnsanlığın yücelişi için kutsal mekânlardır. Şimdi orada yaşayanlar, o topraklara, ve o topraklarda yetişmiş büyük bilim ve sanat adamlarına layık olmak zorundadır.

O masal ülkesinde inanç sömürüsüne hizmet eden onbinlerce kaçak kursun bir tekini bile kapatmayan güç, biricik matematik okulunu kolayca basıp kapatabilir. Onun için o  masal ülkesi bizim ülkemiz değildir. Öyle olsaydı, o topraklarda şimdi yaşayan matematikçiler umursamasalar bile, o topraklarda 2500 yıl önce yaşamış Talesler’in kemikleri sızlardı.

Yıllar önce, Şirince’nin küçük ve sevimli çarşısındaki bir dükkanda harika duvar yazıları vardı. Hâlâ duruyor mu, bilmiyorum. Duvar yazılarından birisi şöyle diyordu:

“-Akıllı olup dünyanın kahrını çekeceğine, deli ol, dünya senin kahrını çeksin!”

Bu duvar yazısını, büyük bir özveriyle Şirince’de matematik okulu açan Sayın Ali Nesin’e  ithaf etmek haksızlık olur. Ama ona bir tavsiyede bulunmadan edemeyeceğim. Şirince’de Matematik Okulu açacağına, git İstanbul’un harika bir tepesinde ormanları kes ve lüks villalar yap, sat. Bak o zaman kimse kapatabilir mi?

 

Derdest edilen yazı tahtaları

Yazı tahtası gözlemaltında



[1] Bu yazı yazıldıktan sonra, dünyanın çeşitli ülkelerinden matematikçiler, Sayın Başbakan’a yazdıkları açık bir mektupla Şirince’de açılan Matematik Yaz Okulunun kapatılışını kınadıklarını ve duruma el koymasını istediler. Bu yazı yazıldığı sırada, mektuba, dünyanın çeşitli ülkelerinden  400 ‘e yakın matematikçi imza koyduğunu bildirdi. Bunlar arasında 100 kadar Türk matematikçi de vardır. Sayın Başbakan büyük bir duyarlılıkla, olayın siyasi boyuttan hukuki boyuta indirgenmesini sağladı. Matematik okulu faaliyetlerini yeniden sürdürmeye başladı. Yargı süreci işliyor. Bkz.

http://www.maths.manchester.ac.uk/%7Eavb/micromathematics/2007/08/blackboard-under-arrest.html