Mantık, Matematik ve Felsefe III.Ulusal Sempozyumu
20-24 Eylül 2005, Foça
Çağrılı Konuşma
Görelilik Kuramının Matematiksel Temelleri
Timur
Karaçay
Başkent
Üniversitesi, Ankara
tkaracay@baskent.edu.tr
Abstract
The aim of this short talk is not to give the
rigorous mathematical foundations of relativity, since the time constraint
prevents us to do so. Instead, we shall try to explain the differences between
the mathematical tools, namely the geometries of Newtonian mechanics and
relativity for interested audience who are presumably non-experts in the field.
In classical mechanics, the one of Galileo and Newton, which deals with forces
and movements, the law of gravitation is formulated simply. From it one can
advance in two directions, which are the two types of modern physics which are
opposed to classical physics: on the one hand relativity (special then
general), on the other hand, quantum physics and statistical physics, which are
two parent theories closely related together. The mathematical foundations of
special relativity was constructed by different researchers: Poincar´e,
Lorentz, Minkowski. But the physical interpratation of this beautiful geometry
was made by Einstein. General relativity was discovered by Einstein and
Hilbert; it includes special relativity and gravitation which it interprets as
not being a force but the effect of the curvature of space-time. General
relativity and quantum theory are among the greatest intellectual achievements
of the 20th century. Each of them has profoundly altered the conceptual fabric
that underlies our understanding of the physical world. Furthermore, each has
been successful in describing the physical phenomena in its own domain to an
astonishing degree of accuracy. And yet, they are strikingly
different pictures of physical reality. Needless to say that none of the
substance of the material in these talk is new; the only reason for reading
them is if an individual reader finds the explanations here easier to
understand than those elsewhere.
Özet
Zaman elvermeyeceği için, bu konuşmada göreliliğin
sağlam matematiksel temellerini vermek amacı güdülemeyecek, onun yerine Newton
Mekaniğinde ve görelilikte matematiksel araç olarak kullanılan geometriler
arasındaki fark, konuya yabancı olanlar için açıklanacaktır. Galileo ve
Newton’un kurdukları klâsik mekanik kuvvet ve hareket arasındaki ilişkiyi
inceler ve gravitasyonu basit bir matematik formülle açıklar. Bu noktadan
sonra, fiziğin iki yöne ayrıldığını görüyoruz: Bir tarafta Görelilik Kuramı
(özel ve genel), öteki tarafta Kuantum Fiziği ve İstatistiksel Fizik. Bunlar
birbirleriyle sıkı ilişkileri olması gereken iki ana kuramdır. Özel Görelilik
Kuramının matematiksel dayanağı Poincaré, Lorentz ve Minkowski tarafından
verilmiş, bu güzel geometrinin fiziksel yorumu Einstein tarafından yapılmıştır.
Genel Görelilik Kuramı ise Einstein ve Hilbert tarafından kurulmuştur. Özel
Göreliliği içeren Genel Görelilik Kuramı gravitasyonu bir kuvvet olarak değil,
uzayzamanın eğriliği olarak açıklar. Evreni kavrayışımızı kökünden değiştiren
Görelilik ve kuantum fizikleri 20.yüzyılın en büyük bilimsel bulguları arasında
sayılmakla kalmaz, her biri kendi alanındaki fiziksel fenomenleri şaşırtıcı
duyarlıkla belirlerler, ama bir o kadar da birbirlerinden farklıdırlar.
Elbette, bu konuşmada geçen kavramların ve onların ele alınış yöntemlerinin
yeni olmadığını söylemeye gerek yoktur. Umarız ki, okurlarımız, başka yerlerden
de öğrenebilecekleri kavramları, burada daha kolay anlayacaklardır.
Giriş
Albert
Einstein Özel Görelilik Kuramını 1905 yılında ortaya koydu. Aradan geçen yüz
yılın en önemli fizik bulgusu (ya da bulgularından birisi) sayıldığı için,
Görelilik Kuramının ortaya çıkışının yüzüncü yılı Fizik Yılı ilan edildi.
Dünyanın bir çok ülkesinde üniversitelerde Görelilik Kuramını anlatan dersler,
konferanslar düzenlendi. İstanbul Kültür Üniversitesi’nin öncülüğünde üçüncüsü
yapılan “Mantık, Matematik ve Felsefe
Sempozyumu” nun bu yılki konusu, iyi bir seçimle, Görelilik Kuramına
ayrıldı.
Bu
konuşmada, Görelilik Kuramı’nın Matematiksel Temellerini açıklamam istendi. Analiz ve Lineer Cebir’i iyi bilenler için, bir sömestrelik ders olan
göreliliğin matematiksel temellerini bu konuşma metnine sığdıramayacağım
açıktır. O nedenle, görelilikte, matematiğin nerede nasıl bir araç olarak
kullanıldığını ortaya koymaya çalışacağım. Yüz yıldır her yönüyle incelenen bu
konuda bilimsel açıdan bir yenilik getiremeyeceğim apaçıktır. Başka bir
deyişle, konuşmam, konuyu bilenlere hiçbir katkıda bulunamaz. Gene de, konuyu
benden az bilen gençlere bir yol gösterebilmeyi umuyorum. Hemen belirtmekte yarar vardır. Bu gün,
matematikçiler, Görelilik Kuramı’nı Einstein’in ortaya koyduğu yöntemle
incelemiyorlar. Aradan geçen yüz yılda göreliliği daha iyi açıklayan matematiksel
yapılar ortaya kondu. Bunların bir kısmı geometrik modeller kullanır, bir kısmı
da cebirsel modeller kullanır. Daha iyi matematiksel modellerin ortaya çıkmış
olması, Einstein’in yaptığı işin önemini azaltmaz. Olsa olsa, Einstein’in yüz
yıl önce kurduğu görkemli tiyatroda matematikçiler iyi oyunlar sergiliyor
diyebiliriz.
Genel
Görelilik Kuramı gravitasyon kuramıdır. Bu kuramın önemini anlayabilmek için,
tarih boyunca graviyasyonu insanoğlunun nasıl algıladığını bilmek gerekir. O
nedenle, Birinci Bölümde gravitasyon kavramının evrimiyle ilgili çok kısa bir
tarihçe verdikten sonra Galilei ve Newton’un ortaya koydukları Klâsik Mekaniği,
görelilik açısından ele alacağız. İkinci Bölümde Özel Göreliliği, Üçüncü
Bölümde de Genel Görelilik Kuramını açıklamaya çalışacağız.
1. Bölüm
A. Antik
Çağda Evren Modelleri
Antik
Çağda Evren Modellerini bilim tarihi açısından incelemek yerine, bizim asıl
amacımız olan Görelilik Kuramına giden yoldaki işaretler olarak ele alacağız.
Dolayısıyla, geçmişte kurgulanan önemli evren modellerine ve hareket
yasalarına, kronolojik sırada, göz atmakla yetineceğiz.
Babilliler
Fırat ve
Dicle ırmakları arasında kalan zengin topraklarda yaşayan insanlar, mezopotamya
diye anılan bu verimli yerlerde, tarih öncesi uygarlıkların en önemlilerinden
birisini kurmuşlardır. Her uygarlık gök cisimlerinin hareketini; yani evreni
merak etmiş, onu gözlemiş ve o günün olanakları içinde açıklamalar getirmiştir.
Babillilere göre, dünya büyük bir (düzlemsel) dairedir, çevresi büyük
ırmaklarla çevrilidir, bu ırmakların ötesinde aşılamaz dağlar vardır. Hiçbir
insan o ırmağı geçemez. Dağlar, çok sağlam bir maddeden yapılan gök kubbeyi bir
kemer gibi tutar. Kuzey dağları boyunca uzanan ve dış dünyaya açılan büyük bir
tünel vardır. Bu tünelin, bir ucu doğu, öteki ucu batı dağlarında olan iki
büyük kapısı vardır. Güneş hergün doğu kapısından içeri girer, batı kapısından
çıkar. Geceleri kuzey tünelde dinlenir.
Babilliler
birinci dereceden denklemleri çözebiliyordu. M.Ö. 1900-1600 yıllarına ait
olduğu belirlenen bir kil tabletinde a 2 + b2 = c2
eşitliğini sağlayan sayılar görülmüştür. Bu da gösteriyor ki, gemetrik ispatı
bilmeseler bile, Pisagor bağıntısını biliyorlardı. Bu tabletlerin sayılar
kuramıyla ilgili en eski tabletler olduğu sanılıyor. Babilliler 60 tabanlı
sayma sistemini kullanıyorlardı. Bu gün kullandığımız zaman sistemi oradan
gelir. Bir günü 24 saate, bir saati 60 dakikaya ve bir dakikayı 60 saniyeye
bölmüşlerdir. Çemberin 360 derecelik merkez açı ile ölçülmesi de onlardan
gelmektedir.
Mısırlılar
Eski
Mısırlılar dünyayı, kuzey-güney doğrultusu daha uzun olan dikdörtgensel bir
düzlem, gök kubbeyi yerden yükselen dört sütun üzerinde duran bir çatı gibi
algıladılar. Güney tarafta gök yüzünde büyük bir nehir vardır, “tanrı güneş” her gün bu nehirde gezintiye çıkar.
Mısırlılar’ın
gök cisimleriyle ve matematikle ilgilenmeleri pratik bir nedene bağlıdır. Her
yıl Nil nehri taşar, ekili alanlarda sınırları yokeder. Taşma zamanını doğru
bilmek ve taşkından sonra tarlaların yokolan sınırlarını yeniden belirlemek
için gerçekçi bir takvime, yeterli matematiğe gereksemeleri vardı. Mısır
takvimi bir yılı 365 gün olarak almış ve bunu değiştirmeden yüzyıllar boyunca
kullanmıştır. Her yıl oluşan ¼ günlük
artıklar toplanınca 730 yılda, mevsimler 6 ay geriye kayar. Başka bir deyişle,
kış başlarken takvim yaz başlangıcını göstermektedir. 1460 yıl sonra, takvim gerçek mevsimlere
yeniden uyum sağlar. Bu uzun sürede, Mısırlılar’ın takvimde düzeltme yapmayı
düşünmemiş olmaları şaşırtıcıdır.
Mısırlılar,
zamanı göstermek için su saatini icat ettiler. M.Ö.1450 yıllarına ait bir su
saati Berlin Müzesinde sergilenmektedir.
Hint
Eski Hint
uygarlığında, evren 4.32x109 yıllık
periyotlarla doğar, gelişir, çöker ve ölür. Bu oluşum, tıpkı bir farenin
doğumu, yaşaması ve ölümü gibidir ve onun kadar doğaldır.
Çin
Çinlilerin
M.Ö.1300 yıllarına kadar geriye giden astronomi gözlemleri vardır. Güneş
tutulmalarını ve 1054 yılında patlayan ve iki yıl süren supernovayı
gözleyebilmişlerdir.
Eski Yunan
Mitoloji
Eski yunan
kozmolojisi kaçınılmaz olarak mitoloji ile bağlantılıdır. Ona göre dünya
yukarıdan hava ile, çevresinden su ile ve onun altında da cehennem ile
sarılıdır. Bir süre sonra denizcilerin ticaret amacıyla yaptıkları gezilerde
Eski Mısır ve Babil uygarlıklarının kalıntılarıyla tanıştılar. Böylece, mitler
yerlerini zamanla daha gerçekçi ve mantıklı görüşlere bırakmaya başladı.
Anaxagoras (499 B.C. - 428 B.C.) Ionia doğumlu Anaxagoras, güneşin tanrı olmadığını, ayın
güneşten gelen ışınları yansıttığını savunduğu için mahküm edilmiştir.
Anaxagoras’ın mantıksal çıkarımlarla ulaştığı başka ilginç görüşleri vardır.
Örneğin, meteorların maddesel yapısının dünyanınki ile aynı olduğunu görmüş,
sonra şu sonuca varmıştır: Meteorlar dünyanın dönmesi esnasında dünyadan kopan
parçalardır, uzayda hızları azalınca tekrar dünyaya düşmektedirler. Bu günkü
bilgilerimizle bunun yanlışlığını biliyoruz. Ama Anaxagoras’ın dünyanın
yuvarlaklığı, dönmesi ve merkezkaç kuvvet gibi kavramlara o günlerde sahip
olması şaşırtıcıdır.
Milet’li Tales (M.Ö. 585) Babillilerin gözlem
sonuçlarını inceleyerek güneş tutulmasını öngörmüştür. Ama o, dünyanın
okyanusta yüzdüğü, depremlerin dalgalar nedeniyle oluştuğu görüşündedir.
Democritus, sonsuz ve ölümsüz evren kavramını, Parmenides ise küresel ve hareketsiz dünya görüşünü ortaya
sürmüşlerdir.
Pisagor (M.Ö. 580) Kendi adıyla anılan felsefe okulunu kurmuştur. Matematik,
astronomi ve müzikte önemli bulgular yapan ve inanç ağırlıklı bu okul, bigileri
gizli tuttuğu için Pisagor’un ürünleri tam olarak bilinmemektedir. Buna rağmen,
çok ileri bir kozmoloji geliştirdiler. Dünyanın mükemmel bir küre olduğunu, bu
şekildeki on tane gök cisminin de dünya ile birlikte merkezdeki ateş etrafında birer çember
yörüngede döndüğünü, ateşin insanlar tarafından görünemez olduğunu savunmuştur.
Bu görüş önemlidir, çünkü, gök cisimlerinin bir merkez etrafında döndüğü ilk
kez ortaya atılmış oldu. Bu evren modeli, ufak değişikliklerle 2000 yıl boyunca
ayakta kalabilmiştir.
Samoslu Aristarchus (310 B.C. - 230 B.C.) Aristarchus geometrik yolla güneşin dünyadan çok daha büyük
olduğunu kanıtladı. Sonra, böyle büyük bir cismin küçücük dünyanın etrafında
dönemeyeceği, onu dünya etrafında dönüyor gibi görünmesinin nedenini, dünyanın
kendi ekseni etrafında dönmesine bağladı. Böylece, Aristarchus, 17. yüzyılda
Copernicus’un ulaşacağı heliocentric evren modelinin başlıca nedenini ortaya
koymuş oluyordu. Yazık ki bu görüşü Aristo red edecek, dolayısıyla 1800 yıllık
bir zaman kaybına yol açacaktır.
Aristo (M.Ö. 384 - 322) Aristo, kendi döneminde önem taşıyan hemen her konuda görüş
bildirmiş büyük bir düşünürdür. Mantık biliminin kurucusudur. Ortaya sürdüğü
her düşünce, bir mantık süzgecinden geçmiştir. O zamanın bilgileri ve koşulları
altında ortaya koyduğu fikirlerinin birçoğu, elbette, bu gün yanlıştır. Ama o,
2300 yıldır düşünceleriyle aramızdadır.
Örneğin,
Aristo, “Dünya bir anda ortaya çıkmadı, o
her zaman vardı, ebediyen değişmeden varolacaktır” der. Bu görüş, kilisenin
“yaratılış”
dogmasına karşıdır. O nedenle kilise önce Aristo’yu dışlamak istemiş, ama onun
yüzyıllardır yayılmış fikirlerini beyinlerden silemeyeceğini anlamıştır. Bu
nedenle, kilise adamları, Aristo’nun düşünceleriyle kilisenin görüşlerini
bağdaştırmak için yüzyıllar süren zorlu bir çabanın içine girmiştir. Sonunda
kilise, onun tümdengelimli mantık sistemini ustaca kullanmanın yolunu
bulmuştur. Bilindiği gibi, p Þ q
çıkarımında p nin doğruluğu ya da yanlışlığı mantığın sorunu değildir. Mantık, p önermesi geçerli ise, q önermesinin de geçerli olduğunu
söyler. Başka bir deyişle, mantık doğru düşünmenin aletidir, doğruyu bulmanın
değil! Örneğin, p yerine “Dünya 7 günde yoktan yaratıldı”
önermesini koyarsanız, p önermesi,
Aristo’nun yukarıda anılan düşüncesine ve modern fiziğin “Hiçbir şey yoktan var olmaz” ilkesine aykırı düşer. Ama Aristo
mantığı p önermesini geçerli sayıp
ondan sonuçlar çıkarmaya devam eder. Böylece, kilise, p öncülü (premise) yerine kendi görüşlerini koyarak istediği q vargısını elde edebilmiştir. Bu
oluşumda Aristo’yu kusurlu göremeyiz. O mantık denilen güzel bir alet yarattı;
kilise o aleti kötü kullandı ve ortaçağ karanlığını yaratmayı başardı. Bu
nedenle, 17. yüzyıldan sonra modern bilimi kuranlardan bazıları, Aristo’yu
kusurlu görmüşler ve tümdengelimin bilimsel bir yöntem olmadığını
savunmuşlardır. Ama, matematik tümdengelimlidir, onu yok sayarsak ortada bilim
kalmaz.
Aristo’nun Hareket Yasaları
Aristoya
göre, cismin hareket edebilmesi için bir kuvvet ona sürekli etkimelidir. Etki
edebilmesi için de, kuvvetin cisme dokunması gerekir. Sabit bir kütleye sabit
bir kuvvet sürekli etki halindeyse cisim sabit bir hızla hareket eder. Şimdi
bunların yanlış olduğunu biliyoruz. Çünkü, sabit bir kuvvetin etkisindeki cisim
ivme kazanır, dolayısıyla hızı değişir. Ama Aristo’nun hareket yasaları 1800
yıl boyunca varlığını sürdürdü.
Aristo’nun
hareket yasalarına ileride tekrar döneceğiz. Şimdilik, onun evren modelinden
sözetmekle yetinelim. Önce, dünya kendi ekseni çevresinde dönüyor diyen
Aristarchus’un görüşüne karşı oluş nedenini söyleyeceğiz. Dünya kendi ekseni
etrafında dönüyor olsaydı,
Heliocentrik
(gün-merkezli) modelin doğuşunu 18 yüzyıl geciktiren bu yanlış düşüncenin, o
günkü bilgilere göre kuvvetli bir mantıksal çıkarıma dayandığını görüyoruz.
Aristo’nun
evren modeline gelince, 55 gök cisminin dikkatle gözlenmiş hareketlerini içeren
karmaşık bir yapıdır. Bu modele göre, gök cisimleri dünya etrafındaki küreler
üzerinde dolanırlar. Aristo’nun evren modelinin heliocentrik modele gidişi geciktirmiş olma gibi kötü bir ünü
vardır. Ama, model gerçek bir bilimsel çalışmanın ürünüdür. Yıldızlar dikkatle
gözlenmiş, hareketlerine ait veriler kaydedilmiştir. Bu verileri kullanarak,
Aristo, gök cisimlerinin gelecekteki hareketlerini tahmin edebilir duruma
gelmiştir. Örneğin, Mars gezegeninin bir yıl sonraki konumunu
belirleyebiliyordu.
Eratosthenes (M.Ö. 276 - 197)
Şimdi Libya
içinde olan Cyrene’de doğdu, İskenderiye’de yaşadı. Dünyanın çevresini, bu gün
de geçerliği olan ilginç bir geometrik yöntemle ölçtü. Dünyanın bir küre
olduğunu, Mısırdaki Aswan kenti ile İskenderiye kentlerinin bir büyük çember
üzerinde (diyelim ki, aynı meridyen üzerinde) bulunduğunu ve bu çember boyunca
aralarındaki uzaklığın 5000 stadia olduğunu biliyordu. Bir çubuğun Aswan’daki
gölgesi ile İskenderiye’deki gölgesi arasında yaklaşık 7.2 derece olduğunu
ölçtü. Bundan sonrası basit bir orantıyla bulunur. 7.2 derecelik merkez açıyı
gören yay uzunluğu 5000 stadia ise, 360 derecelik merkez açıyı gören tam çember
yayının uzunluğu ne olur?
Bunlardan
çıkan başka önemli bir sonuç var. Kilisenin direnmesine rağmen, dünyanın
yuvarlak olduğu (gizliden) genel kabul görmüştür. Gerçekten yüzyıllar sonra Columbus’un
dünyayı dolanmak için (batıya giderek doğuya ulaşmak istiyordu) yola çıkışı
bunun iyi bir delilidir. Columbus, düz dünyanın ucuna ulaşıp aşağı düşmekten
hiç korkmadı. Onun yanlışı, büyük olasılıkla, dünya çevresini olduğundan çok
küçük tahmin etmesidir. İyi ki, yarı yolda hiç ummadığı Amerika kıtası vardı.
Yoksa Columbus’un tayfaları açlık ve susuzluktan kırılabilirdi.
Batlamyus (Ptolemy (M.S. 100 - 170) Mısırda doğdu, İskenderiye’de yaşadı. Büyük bir astronom ve
geometricidir. 127-141 yılları arasında astronomik gözlemler yaptı. Bulduğu
verileri Almagest adlı kitapta
topladı. Bu kitap halen astronomide güncel sayılacak değere sahiptir.
Aristo’nun evren modelini geliştirerek Mars’ın uydusunun hareketlerini epicycle adı verilen sistemle açıkladı.
Onun evren modeli 1543 yılında Copernicus’un modeli ortaya çıkana kadar
yaşayacaktır.
Roma İmparatorluğu
Roma imparatorluğunun,
takvim düzenlemeleri dışında, kozmolojiye yaptığı hiçbir katkı görülmemektedir.
Ortaçağ ve Kilise
Aristo’nun kilise
görüşleriyle uyuşmayan görüşleri çoktur. Örneğin, 1277 yılında Paris piskoposu
Aristo’nun 219 doktrinini listeleyip öğretilmesini ve tartışılmasını
yasaklamıştı. Bütün bunlara rağmen, kilise Aristo’nun parlak düşünceleriyle
başedememiş, zamanla onların bir kısmını kilisenin resmi görüşü haline
getirmiştir.
B. Modern
Zamanlarda Evren Modelleri
Nicholas Copernicus (1473 - 1543 )
Polonya’da
doğdu. Krakov Üniversitesinde matematik, astronomi ve felsefe okudu Sonra
İtalya’ya gitti. Bologno Üniversitesinde liberal sanatlar, Ferrara’da tıp,
Padua’da hukuk eğitimi gördü. Kilise yasaları üzerine doktora derecesi aldı ve
Fraenberg kilisesinde göreve başladı. Kilise kulesinden çıplak gözle yaptığı
uzun gözlemlerden sonra, yıldızların dünya merkezli değil, güneş merkezli
dairesel yörüngeler çizdiği sonucuna vardı. Böylece, Pisagor’un ortaya koyduğu
yer-merkezli (geocentric) evren modeli,
tahtını 1800 yıl sonra, gün-merkezli (heliocentric) evren modeline
bıraktı. Copernicus ilk sonuçlarını 1514 yılında müsvette olarak elden ele
dolaştırdı. De Revolutionibus Orbium
Coelestium adını verdiği eseri 1543 yılında yayınlandı. Derler ki, 1542
yılında felç geçirip yatağa düşen Copernicus, ölmeden biraz önce kitabının ilk
kopyasını görebildi.
Copernicus,
yer merkezli evren modelini yıkınca dünya güllük gülüstanlık olmadı. 1616
yılında Papa Pius V dünyanın hareketsiz durduğunu, günmerkezli sistemin kâfir
işi olduğunu açıkladı ve Copernicus’un kitabını yasakladı. Kitap 1822 yılına
kadar kara listede kaldı.
Pisagor’dan
beri yerine oturmuş ve kimseyi rahatsız ediyor görünmeyen yermerkezli evren
modeli ortadan kalkınca, bir yandan kilisenin baskısı, öte yandan yeni modelin
belirsizliği (geleceği konusundaki endişeler), ister istemez bilimle
uğraşanları çekimser kılıyordu. Bu çekimserliğin yanında, yeni modelin
çekiciliği de kuşku götürmezdi. Kepler, Galilei ve Newton bu çekiciliğe
kendisini kaptıran ve modern bilimin oluşumuna büyük katkılarda bulunan adların
başında gelir.
Johannes Kepler (1571 - 1630)
Tübingen’de
okurken Copernicus’un evren modeliyle tanıştı. 1596 yılında yazdığı Mysterium Cosmographicum adlı eserinde
onu savundu. 1609 yılında yayınladığı Astronomia
Nova’da ilk iki yasayı, 1619 yılında yayınladığı Harmonices Mundi’de üçüncü yasasını yayınladı. Copernicus’un devrim
yaratan evren modeline son geometrik biçimi veren Kepler’in gezegenlerin
hareketlerini geometrik olarak açıklayan üç yasası şöyledir:
1.
Bir gezegenin yörüngesi, bir odağında güneşin yer aldığı bir elipstir.
2.
Gezegeni güneşe birleştiren doğru eşit zamanlarda eşit alanlar süpürür.
3.
Gezegenin periyodunun karesi güneşe olan ortalama uzaklığının küpü ile
orantılıdır.
Galileo Galilei (1564 -1642)
Galilei,
Aristo’dan beri sorulan bir soruyu tersine çevirdi: “Bir cismi düzgün doğrusal hareket ettiren şey nedir?” sorusu
yerine “Bir cismi düzgün doğrusal
hareketten alıkoyan şey nedir?” sorusunu sordu. Yaptığı deneylerle
Aristo’nun hareket yasalarını yıktı ve modern çağın en önemli fizik yasasını
ortaya koydu:
Ağırlıklarına bağlı
olmaksızın, bütün cisimler yere aynı hızla düşerler.
Oysa,
Aristo ağır cisimlerin daha hızlı düşeceğini söylemişti. Böylece, Aristo
imparatorluğu yıkım sürecine girdi. Bu yıkım elbette acısız olamazdı. Copernicus’un evren modelini savunduğu için,
Galilei, engizisyon mahkemesi tarafından sorgulandı ve yeni evren modelini
savunmaktan vazgeçmesi koşuluyla yaşam boyu ev hapsine mahkûm edildi. Ev
hapsinden kurtulamadan yaşamı sona erdi.
Galilei Göreliliği
Çok
konforlu (sarsıntısız) bir otobüsün orta sıralarında gözleriniz kapalı
gidiyorsunuz. Yol, otobüste hiçbir sarsıntı yaratmayacak pürüzsüz bir asfalt
kaplamaya sahip olsun. Şoför sabit bir hızla doğrusal bir hatta (ivmesiz)
giderken, otobüsün hareketini algılayamazsınız. Ama, dönemeçlerde otobüsün
dönüşünü, tepeüstlerine çıkışını ve vadilere inişini algılarsınız. Benzer
olarak, şoför fren yaparak hızı azaltırken ya da gaza basarak hızı artırırken
hareketi algılarsınız. Çünkü, bu durumlarda otobüs ivmeli hareket halindedir.
Şimdi bunu başka bir biçimde ifade edelim.
Sakin (hiç
dalgasız) bir gölde düzgün doğrusal hareket eden (ivmesiz hareket) bir gemide
penceresiz bir odadaki bir gözlemci ile, gölün kıyısında penceresiz bir evde
oturan başka bir gözlemci düşünelim. Her iki gözlemcimiz istedikleri mekanik
deneyleri yapabilecek aletlere (sarkaç, top, ip, cetvel vb.) sahip olsunlar.
Şimdi şu üç soruya yanıt arayalım:
1.
Gölün
kıyısındaki gözlemci, yapacağı mekanik deneylerle göldeki geminin, gölün
kıyısına göre, hareket ettiğini belirleyebilir mi?
2.
Gemideki
gözlemci, geminin gölün kıyısına göre, hareket ettiğini belirleyebilir mi?
3.
İki
gözlemcinin yapacağı mekanik benzer deneylerin sonuçları farklı mıdır?
Bu
soruların her üçünün de yanıtları “hayır” olacaktır. Gölün kıyısında her yanı
kapalı evde oturan gözlemcinin gölde hareket eden gemiyi algılaması
olanaksızdır. Gemi düzgün doğrusal hareket ettiği için, gemideki gözlemcimiz de
kamarasında geminin hareketini algılayamaz. Başka bir deyişle, her iki
gözlemcinin yapacağı mekanik deneyler, geminin hareketine ait bir algılama
yapamaz. Kapalı kamarada yapılan bütün mekanik deneyler, gölün kıyısındaki evde
yapılacak benzer deneylerle aynı sonucu verir.
Dolayısıyla,
geminin içinde yapılan deneylerle, kıyıdaki evde yapılan deneylerin mukayesesi
de geminin hareketine dair bir ipucu veremez. Geminin kıyıya göre hareket
ettiğini belirleyebilmek için gemideki gözlemci kamaradan çıkıp kıyıyı
gözlemelidir. Benzer şekilde, kıyıdaki gözlemci de gemiyi gözlemelidir.
Bu
söylediklerimiz, geminin düzgün doğrusal hareketi (ivmesiz hareket) için
geçerlidir. Gemi hızını artırsa, yavaşlatsa, sağa ya da sola dönse kapalı
kamaradaki yolcu o hareketleri hissedecektir. Mekanik deneyler de bunu
algılayabilecektir. Başka bir deyişle, gemi ivmeli bir hareket yaptığında
gemideki gözlemci (ya da mekanik deneyler) bu hareketi anında algılayabilir.
Ama, bu
durumda, kıyıdaki gözlemci bu hareketleri algılayamaz. Gemi ivmeli hareket
yaparken, gemideki deney sonuçları ile kıyıdaki deney sonuçları birbirinden
farklı olacaktır.
Galilei,
bu gözleminin sonucunu şu görelilik postülatı ile veriyor:
Birbirlerine göre sabit hız ve
doğrultuda hareket eden iki gözlemci bütün mekanik deneylerde aynı sonucu elde
ederler.
Şimdi
başka bir gözlem yapalım. Uzayda nesneleri birer nokta gibi düşünelim. Analitik
geometriden bildiğimiz gibi, üç boyutlu uzayda nesneleri (noktaları) (x,y,z) ile, xy-düzlemindeki nesneleri (x,y)
ile, Ox-ekseni üzerindeki nesneleri x ile ve O(0,0) başlangıç noktasını O
ile gösterelim. Simetri ekseni Oz-ekseni
olan bir burgu yüzeyi (helicoid) üzerinde ve burgu yüzeyinin eksene en uzak
noktalarının oluşturduğu eğri üzerinde sabit bir hızla yukarı çıkan bir böcek
varolsun. A,B,C,D gözlemcileri
böceğin burgu üzerindeki hareketini gözlüyor. Varsayalım ki A gözlemcisi üç boyutu algılıyor, B gözlemcisi yalnızca xy-düzlemindeki cisimleri algılıyor, C gözlemcisi yalnızca Ox-ekseni üzerindeki cisimleri
algılıyor, D gözlemcisi ise yalnızca O(0,0) noktasındaki cisimleri algılıyor.
Bu dört gözlemcimiz, gözlem sonuçlarını rapor ederlerse, şunları yazacaklardır:
A gözlemcisi: Böcek
sabit hızla burgunun dış kenar çizgisini takip ederek yukarı doğru
tırmanıyor.
B gözlemcisi: Böcek
xy-düzleminde bir daire üzerinde
sabit bir hızla dönüyor.
C gözlemcisi: Böcek,
Ox-ekseni üzerinde [-1,+1] aralığında, bir uçtan ötekine
sabit bir hızla gidip geliyor.
D gözlemcisi: Böcek
O noktasında hareketsiz duruyor.
Görüldüğü
gibi, aynı hareketi, dört gözlemci çok farklı biçimlerde algılamaktadır. Bunun nedeni,
gözlemcilerin algılama yetenekleridir. Bunu, matematik diliyle söylersek,
gözlemcilerin kullandıkları koordinat sistemleri algılamalarını etkilemektedir.
Lise bilgilerimize göre, koordinat sistemi, uzayda, bir cismin (noktanın)
konumunu belirtir. Ama, hareket söz konusu olunca işin içine zaman da
girecektir. Bir cismin hareketini belirleyebilmek için onun ne zaman, nerede olduğunu
bilebilmemiz gerekir. Nerede olduğunu söyleyebilmek için bir koordinat
sistemine gerekseme vardır. Koordinat sisteminde hareketli bir cismin hangi zamanda nerede bulunduğunu
söyleyebilmek için de bir saat'e
gereksememiz vardır. Burada saat sözcüğü, zamanı ölçen bir boyut gibi
düşünülebilir. Aslında, bu görelilik kuramını doğuran zor bir kavramdır. Ama,
şimdilik, işe zamanı da bir boyut olarak katarak şu tanımı yapabiliriz:
Bir konuşlanma sistemi (konaç dizgesi
– frame of reference), bir başvuru (reference) noktasına göre bir nesnenin ne zaman, nerede bulunduğunu belirleyen araçtır.
Bu tanım,
aslında (x,y,z) ile gösterdiğimiz
konumları, t zamanı göstermek üzere, (t,x,y,z)
biçiminde göstermek demektir. Tabii, üç boyut yerine iki ya da bir boyutlu
hareketleri de düşünebiliriz. O zaman (t,x,y,z) yerine (t,x,y) ya da (t,x) alabiliriz. Bu tür konuşlanma sistemlerine
Galilei koordinat sistemi ya da kısaca Galilei sistemi diyeceğiz.
Mutlak
Uzay, Mutlak Zaman
Asıl konumuz olan Görelilik Kuramı’nın
neden doğduğunu açıklayabilmek için, Newton’un hareket yasalarının gerisinde
yatan düşünceyi biraz açmakta yarar vardır. Newton’a göre bütün hareketlerin
içinde oluştuğu bir “mutlak uzay” vardır, o bize bir olayın “nerede”
olduğunu belirtir. Mutlak uzay hareketsizdir, daima olduğu gibi kalır, kendi
dışındaki her şeyden bağımsızdır. Mutlak uzayda yer belirleyebilmemiz için “mutlak uzaklık”
olması gerektiği sonucu çıkar. Ayrıca, uzaydan bağımsız bir “mutlak zaman” vardır, o da bize olayın “ne zaman” olduğunu belirtir.
Newton Mekaniğinin geometrik aracı olan
Galilei koordinat sisteminde uzay ve zaman mutlaktır ve birbirlerinden ayrı olarak
düşünülürler. Orada hareketi doğru, düzlem ya da 3-boyutlu uzayda
düşünebiliriz. Hareket denklemlerinde zamanı uzayın diğer koordinatlarından
tamamen bağımsız bir parametre (değişken) olarak düşünürüz. Bu nedenle,
hareketin yörüngesini y=f(x), x=(x1,x2,x3),
xi=xi(t), (i=1,2,3) gibi bir fonksiyonla belirleriz.
Bu durumda dy/dt hareketin hızını,
d2y/dt2 ise ivmesini
verir. Tersine olarak, ivmesi bilinen ve belli bir noktadan (başlangıç koşulu) geçen düzgün
hareketli bir cismin yörüngesini belirleyebiliriz. Görüldüğü gibi, Galilei
sisteminde (Newton mekaniğinde) hareketi incelemek için 4-boyutlu uzayı bir
araç olarak kullanmamız gerekmiyor. Uzayı belirleyen koordinatlarda mutlak
zamanı parametre olarak kullanmak yeterli oluyor. Ama, görelilik kuramında işimize
yarayacak görsel bir açıklama getirmek istersek, şöyle bir düzenek
düşünebiliriz. Cismin düzlemde hareket ettiğini varsayalım. Ox, Oy ve Ot doğruları başlangıcı O
noktasında olan bir kartezyen koordinat sistemi oluştursun. Bu sistem, bir
Galilei uzay ve
zaman sistemidir. xy-düzleminde
hareket eden bir cismin t=0 anında O(0,0) dan başladığını ve t=T anında düzlemde bir P(x,y) noktasına geldiğini varsayalım. xy-düzlemini kendisine paralel olarak Ot-ekseni boyunca T kadar kaydırırsak, P
nin yeni konumunun 3-boyutlu uzayda P1(T,x,y)
olduğunu görebiliriz. Buradan
anlaşıldığı gibi, Galilei sisteminde (Newton mekaniğinde) uzayı ve zamanı
birbirinden ayrı tutabiliyoruz. Bu ayrımı belirtmek için, uzay ve zaman sözcükleri
arasına (ve) koyarak uzay ve zaman biçiminde yazacağız. Görelilik kuramında ise mutlak uzay ve mutlak zaman
olmadığını göreceğiz. O nedenle, uzayı ve zamanı birbirlerinden ayıramayacağız.
İkisi arasında ileride açıklayacağımız farkı belirtmek için, görelilikte
kullandığımız sistemi uzayzaman biçiminde bitişik yazacağız.
Buraya kadar söylediklerimizi özetleyelim. Cismin
uzayda (doğru, düzlem ya da 3-boyutlu olabilir) yerini belirtecek bir koordinat
sistemine ek olarak zamanı belirtecek bir boyut (saat) eklediğimizde bir konuşlanma sistemi (konaç sistemi,
referans sistemi, frame of reference) elde ederiz.
Olay
Uzayzamanda bir andaki oluşuma olay diyeceğiz. Örneğin, bir topun
atılması, bir camın kırılması, bir yıldızın patlaması gibi süreci olmayan (oluş
süresi sıfır olan) anlık hareketlerdir. O nedenle, uzayzamanda bir olayı (t,x)
biçiminde bir nokta ile göstereceğiz. Bu gösterimde t zamanı, x uzayı
belirtecektir. Zaman gösteren t
değişkeni 1-boyutludur, uzayı gösteren x değişkeni 3-boyutludur. Dolayısıyla
4-boyutlu bir uzayda çalışacağız. Ama algılamayı ve çizenekleri kolaylaştırmak
için çoğunlukla konuşlanma sisteminde uzayı gösteren x değişkeninin boyutunu 1 ya da 2 olarak alabiliriz.
Uzaklık (metrik)
Hareketi incelemek için uzaklık kavramı gereklidir. Öklit uzayında A(x1,y1,z1)
ile B(x2,y2,z2)
noktaları arasındaki uzaklık Pisagor bağıntısından elde edilen
|AB|2 = (x2-x1)2
+ (y2-y1) 2 + (z2-z1)
2 (1)
bağıntısı ile verilir. Öklit Metriği dediğimiz bu
fonksiyon zamandan bağımsızdır ve Öklit Geometrisine uyumludur. Örneğin, negatif değer almaz, üçgen
eşitsizliğini sağlar, A ile B arasındaki bütün yollar arasında en kısa
olanıdır.
Yakın çevremizde ışık hızından çok çok küçük
hareketleri (yavaş hareketleri) incelerken Öklit Geometrisi ve Öklit Metriği
yeterlidir. Ama hızı ışık hızına yaklaşan hareketler için Öklit Geometrisi
yerine başka geometrileri kullanmak gerekmektedir. Bu geometrilerin kendilerine
özgü metrikleri (uzaklıkları) vardır. Bunlardan birisi olan Minkowski Metriği’ni
ileride ele alacağız.
Hız
Şimdi
gemiyi tekrar düşünelim. Geminin sabit varsaydığımız hızı ancak bir başvuru
sistemine göre belirtilebilir. Farklı
başvuru noktaları için, farklı hızlar ortaya çıkar. Örneğin, geminin içerdeki
gözlemciye göre hızı 0 iken, kıyıdaki eve göre 0 ‘dan farklıdır. Aynı geminin,
sahil yolunda hızla giden bir spor otomobile göre hızı, yukarıdakilerin her
ikisinden de farklı olacaktır. Bundan
çok önemli bir fiziksel sonuç çıkar:
Hız mutlak değildir.
Bu sonuç Einstein’in
Görelilik Kuramı’na giden yoldaki önemli kilometre taşlarından birisidir.
Isaac Newton (1643-1727)
Newton hareket
yasaları 17.yüzyılda ortaya kondu. Newton Mekaniği diye adlandırılan bilim dalına
esas olan Newton hareket yasaları, bilimde atılmış en büyük adımlardan biridir.
18. ve 19. yüzyıllarda Newton Mekaniği sayesinde muazzam bir teknoloji
yaratıldı, gök cisimlerinin hareketleri belirlendi. Bu gün bile Newton Mekaniği
yok sayılırsa, elimizde 20. yüzyıl teknolojisi yok olur. O, insanın doğa
olaylarını ve evreni anlayabileceği inancının yayılmasına neden olan kişilerden
biridir. O, kuşkusuz, fiziksel bilimlere yön vermiş ve günümüze kadar süren 300
yıllık teknolojinin yaratılmasına neden olmuştur. Bu oluşumu yaratan ve bu gün kendi adıyla
anılan hareket yasaları şöyle ifade edilir:
1. Hareketli bir cisim dışarıdan bir kuvvetle
etkilenmezse düzgün doğrusal hareketini ilelebet sürdürür.
2. Kütlesi m olan bir cisme uygulanan
F kuvveti ile a
ivmesi arasında F=ma bağıntısı vardır.
3. Her etkiye karşı ona eşit bir tepki
vardır.
Newton, gezegenlerin hareketleri için
Kepler’in kurduğu geometrik modelin ve Galilei’nin gravitasyon ile ilgili
deneylerinin matematiksel formülünü çıkardı. Ondan sonra, gezegenlerin neden
güneş etrafında elips yörüngeler çizdiğini, ağır ve hafif cisimlerin neden aynı
ivmeyle yere düştüğünü matematiksel yöntemle gösterir olduk. Gelgit olayları,
dünya ekseninin salınımı, gravitasyonun cismin ağırlığından bağımsız oluşu vb.
olayları açıklayan matematiksel bağıntılar onunla ortaya çıktı.
M ile m iki cismin kütleleri, r
aralarındaki uzaklık, G gravitasyon
katsayısı olmak üzere, iki cisim arasındaki F
çekim kuvveti
F = G mM / r 2
bağıntısıyla verilir. Euler, Newton
gravitasyon yasasının analitik biçimini verdikten sonra Lagrange, Hamilton,
Jacobi, Clairaut, Laplace ve Poisson gibi ünlü matematikçiler, gravitasyon
yasasının matematilsel temellerini sağlamlaştıran teoremleri kurdular. Bu arada
potansiyel gibi yeni kavramları da ortaya çıkardılar. 20.yüzyıl başlayana dek,
hareketle ilgili her şeyin Newton’un hareket yasalarıyla hesaplanabileceği
inancı yerleşik kalacaktır. Newton Mekaniği ya da klâsik
mekanik denilen ve teknikte muazzam bir uygulama alanı bulan bu
yasaların uygulanamadığı durumlar şunlardır:
1.
10-8 cm den küçük uzaklıklar.
2.
Gravitasyonu güneşe göre 108 kat daha büyük olan cisimler.
3.
Hızı 108
m/sn den büyük olan cisimler.
Newton Mekaniği’nin geçerli olmadığı
yerlerde Kuantum Mekaniği ve Einstein Mekaniği kullanılır. Kuantum Mekaniği
atomaltı parçacıkların hareketlerini belirlemek için, Einstein Mekaniği ise
hızı ışık hızına yakın büyük gök cisimlerinin hareketlerini açıklamak için
kullanılır. Elbette bu üç mekaniği içine alan bir mekanik kuram
yaratılabileceği inancını her fizikçi taşır.
Eylemsizlik
Kütlesi, Gravitasyon Kütlesi
Newton’un ikinci yasasını F = mia ile, iki cisim arasındaki çekim kuvvetini
belirten denklemi de biçiminde
yazalım. Bu iki denklemdeki mi ve mg nicelikleri fizik tarihi bakımından
önemlidir.
Birincideki mi niceliğini, cismin F kuvveti etkisinde kalarak a
ivmesiyle hareket etmesine karşı koyuşun (etki-tepki) bir ölçüsü olarak
görebiliriz. mi sabit tutulduğunda, a ivmesinin artması için F
kuvveti artmalıdır. Benzer şekilde, a sabit tutulduğunda, mi niceliği büyüdükçe F kuvveti artar. Bu özelik
nedeniyle F = mia
eşitliğindeki mi niceliğine eylemsizlik kütlesi (inertial mass) denir.
İkinci
eşitlikteki mg niceliği ise Fgrav
gravitasyon kuvveti ile doğru orantılıdır; mg büyüdükçe
Fgrav artar. Bu niteliği nedeniyle, bu
eşitlikteki mg niceliğine gravitasyon kütlesi (gravitational mass) denir.
Newton Mekaniğinde, bu iki kütle, cismin
farklı özelliklerini belirtir ve kuramsal açıdan birbirlerine eşit olmak
zorunda değildir. Galilei’den sonra Huygens, Newton, Bessel ve daha başkaları mi ile mg arasındaki farkı ortaya çıkaracak ölçümler
yaptılar. Ama bir cismin eylemsizlik kütlesinin gravitasyon kütlesinden farkını
ölçemediler, hesaplayamadılar, 20.yüzyıl başlarında, Baron von Eötvös tahta ve
platin gibi farklı maddelerle, 109
da 1 duyarlılıkla yaptığı
ölçümler sonunda mi ile mg arasında bir fark bulamadı. 1950/60
yıllarında R.Dicke tarafından bu ölçümler 1011 de 1 duyarlılıkla
tekrarlandı, ama bir fark görülemedi.
Pratikte hesaplanamayan, ama klâsik
mekanikte kuramsal olarak var görünen mi ile mg arasındaki farkı, Newton, doğanın bir
niteliği olarak kabul etmiştir. Ama, Einstein, bu farkın bulunamayışını,
görelilik kuramına giden yoldaki kilometre taşlarından bir başkası olarak
yorumlayacaktır.
Galilei
Yasasının Matematiksel Kanıtı
Şimdi
M kütlesi olarak dünyayı
alalım ve m kütlesinin Fgrav
gravitasyonu etkisiyle dünya merkezine doğru, a ivmesiyle çekildiğini varsayalım. Bu
durumda,
eşitliğini kurabiliriz. Şimdi ortadaki eşitlikte m ‘leri sadeleştirirsek a =
MG/r2 eşitliği çıkar. Bu
da gösteriyor ki, m kütlesinin dünya (M)
tarafından çekilmesi esnasında doğan a ivmesi çekilen m kütlesine bağlı değildir. Bu sonuç, Galilei’nin gözlemle ulaştığı
“Bütün cisimler aynı ivmeyle yere düşerler.”
diyen yasasının matematiksel kanıtıdır.
Fizik derslerinde öğrendiklerimizin
aksine, iki yüz yıl boyunca bilimin ve teknolojinin temeli olan Newton
'un eylemsizlik yasası mutlak doğru
değildir. Bu yasanın doğruluğu, hangi konuşlanma sistemine göre konuştuğumuza
bağlıdır. Buna örnekler verebiliriz:
·
Koordinat sisteminin merkezi ile cismin kütle merkezi
çakışık iseler, cisim nasıl hareket ederse etsin, sözkonusu koordinat sistemine
göre hareketsizdir.
·
Yerküre çevresinde hızla dönen bir uzay gemisindeki
kumanda masası, gemiye göre, hareketsizdir; ama o gravitasyonun ve gemiyi
yörüngede döndüren kuvvetin etkisi altındadır ve gemi dışındaki bir gözlemciye
göre hareketlidir.
·
Bir arabanın boş bagajına konulmuş bir top düşünelim.
Araba hızlanırken, top bagajda geriye doğru, araba fren yaparak yavaşlarken
ileriye doğru yuvarlanır. Oysa bagajdaki topa etki
O halde, ne zaman Newton'un eylemsizlik
yasasından sözediyorsak, o yasanın geçerli olduğu bir konuşlanma sistemine göre
konuşuyoruz demektir. Bu tür konuşlanma sistemlerine Eylemsiz
Konuşlanma Sistemleri diyeceğiz. Başka bir deyişle, bir Eylemsiz
Konuşlanma Sistemi ivmesiz bir koordinat
sistemidir. Dolayısıyla, bir eylemsiz koordinat sistemi, bir
referans noktasına göre sabittir ya da düzgün doğrusal hareket eder.
Böyle sistemlerin var olup
olmadıkları düşünülebilir. Şimdilik, şunu söylemekle yetineceğiz. Bir eylemsiz
konuşlanma sistemi varsa, sonsuz tane eylemsiz konuşlanma sistemi kurulabilir.
Gerçekten, birinci sisteme göre düzgün doğrusal hareket
İçinde eylemsizlik
yasasının geçerli olmadığı konuşlanma sistemlerine eylemli konuşlanma sistemleri
(Noninertial Frames) denilir. Bu sistemler, eylemsiz sistemlere göre bir
ivmeye sahip sistemlerdir.
Galilei
Görelilik İlkesi
K ve K'
iki eylemsiz konuşlanma sistemi olsun ve K' sistemi K
ya göre sabit v hızıyla Ox
doğrultusunda hareket etsin. Bir P
noktasının bu iki sisteme göre konaçları (koordinatları), sırasıyla, (x,t)
ve (x',t') olsun. Bu konaçlar arasında
x' = x - vt ,
t' = t
bağıntısı vardır. Burada, her iki
sistemde zaman koordinatlarının (saatlerin) aynı olduğunu varsayıyoruz (t =
t'). K sistemi içindeki bir gözlemciye göre bir t anında bir
cismin yatay eksendeki konumu x = x' + vt dir. K' sistemi
içindeki bir gözlemciye göre ise aynı t = t'
anında cismin yatay eksendeki konumu x' dür. Yukarıdaki
bağıntıdan
x = x' + vt , t = t'
yazabiliriz. Galilei
dönüşümü denilen bu bağıntıları kullanarak, cismin bir eylemsiz
sistemdeki konumunu biliyorsak, öteki sistemdeki konumunu daima bulabiliriz.
Bu konuşma boyunca fizik yasaları, hareket yasaları ve mekanik yasaları deyimlerini eşanlamlı olarak kullanıyor olacağız.
Eylemsiz sistemlerde fizik yasaları aynıdır. Daha açık söylemek gerekirse,
birisi ötekine göre düzgün doğrusal hareket eden iki eylemsiz sistemin
birisinde geçerli olan fizik kuralları diğerinde de aynen
geçerlidir. Dolayısıyla, bir eylemsiz sistemin ötekine üstünlüğü yoktur.
Bu özelik, fizik yasaları için istediğimiz eylemsiz konuşlanma sistemini
seçebileceğimiz anlamına gelir.
Galilei dönüşümlerini kullanarak, K
ve K’ sistemleri için hareketin yörüngesini (yol)
ayrı ayrı yazabiliriz:
x = x(t) = x' + vt
ve x' = x' (t) = x
– vt
Her iki yolun t zamanına göre ikinci türevleri hareketin K ve K’ sistemleri içindeki
ivmesini verecektir. Bunu yapınca d2x/dt2 = d2x’/dt2 çıkar. Demek ki, her iki sistemde ivmeler
birbirlerine eşittir. Düzgün bir hareketi kendi ivmesi belirlediğine göre, K ve K’ sistemlerinde hareket
yasaları aynıdır. Dolayısıyla, Galilei dönüşümlerinden, Galilei Görelilik İlkesi denilen şu
önemli sonuç çıkar:
"Fizik yasaları Galilei dönüşümü altında
değişmezler."
Bunu başka biçimde de ifade edebiliriz:
“Fizik yasaları bütün eylemsiz sistemlerde aynıdır.”
Eylemli sistemlerde Newton'un ikinci hareket yasası
geçersizdir.
Uzayda yerküre etrafında dönen bir uzay
gemisini düşünelim. Gravitasyon gemiye ve gemi içindeki her şeye etki eder, ama
gemi içindeki hiç bir cisim gemiye göre ivme kazanamaz. Bu duruma ağırlıksız ortam denir. Ağırlıksız ortam gravitasyonsuz ortam demek değildir.
İşin aslına bakarsak, gravitasyonsuz olsa, uzay gemisi dünya etrafındaki
yörüngesinde duramaz, uzaklaşırdı. Gerçekte olan şey şudur: Uzay gemisi ve
içindeki her şey dünya merkezine doğru devamlı düşme halindedirler.
Fizik derslerinden anımsayacağınız gibi,
(hayali) bir merkezkaç kuvvet uygulayarak
eylemli sistemlerde de F = ma yasasını geçerli
kılabiliriz. Merkezkaç gibi hayali kuvvetlere eylemsizlik
kuvvetleri diyoruz. Eylemsizlik kuvvetleri, cisme ivme kazandırmaya çalışan
kuvvet(ler)e karşı duran kuvvet(ler)dir.
Şimdilik, eylemsiz
ve eylemli sistemlerde fizik yasalarının
farklı uygulanacağını bilmemiz yetecektir.
Newton hareket yasaları bir teknolojik
uygarlık yaratmış olmakla beraber, ışık hızına yakın hızlarda hareket eden
cisimlere uygulanamadığı ortaya çıkmaya başladı.